İSLÂMÎ DEVİR TÜRK EDEBİYÂTI
İslâm dîninin ortaya çıkışı dünyanın geçirdiği en önemli sosyal
değişimdir. Bu değişim; Arap Yarımadası, K.Afrika, Asya’da etkili
olmuş, insan topluluklarını ortak inanç etrafında toplamayı başarmıştır.
Müslümanlığın Türkler arasında yayılması dokuzuncu yüzyılda başlar. İlk
Müslüman Türk devleti olan Karahanlılar zamanında, İslâm kültüründen
etkilenerek eser veren pek çok bilim adamı ve sanatçı yetişti.
Selçuklular ve Osmanlılar,İslâmı ve Müslümanları koruyarak Balkanlara
kadar bu dîni yaymayı başardılar.
İslâm inancını benimseyen Türkler, sosyal ve kültürel hayatlarında,
dünya görüşlerinde İslâmî düşünceyi ön plana çıkardılar. Özellikle,
edebî eserlerde görülen değişim, Dîvân edebiyâtı adını verdiğimiz
yepyeni bir anlayışın doğmasına neden oldu.
İslâmiyetin benimsenmesinden sonra Türk toplumunda zamanla bir kütür
farklılığı ortaya çıkmış, medrese eğitimi alanlarla, okumamışlar
arasında ayrılıklar oluşmuş, bu durum, özellikle edebî eserlerde
fazlaca hissedilmiştir.
İslâm kültür ve sanatını öğrenmek amacıyla medreselere devam eden,
Arapça okuma ve yazma öğrenen, Türk sanatçıları, yavaş yavaş bu
kültürün etkisinde eserler vermeye başladılar. Özellikle dilde görülen
değişme, Arapça ve Farsça sözcük ve dil kurallarının Türkçeyi
etkilemesi, birbirinden öz ve şekil bakımından farklı iki edebiyat
anlayışının doğmasına neden olmuştur. Türkçeden başka dil bilmeyenlerin
edebiyatı: Halk edebiyâtı, saray ve medrese aydınları arasında gelişen
Dîvân edebiyâtı.
İslâm kültürüyle beslenen bazı Türk sanatçıları, Arap ve İranlı
edebiyatçıların yolunu izlemiş, bu edebiyâtlara özgü üslup, konu, ölçü
(Aruz) ve nazım şekillerini (gazel, kasîde…gozkirp alarak yeni bir
edebiyat anlayışı geliştirmişlerdir. Divan Edebiyâtı adını alan bu yeni
anlayışla mükemmel eserler verilmiş, ünlü sanatçılar yetişmiştir.
DÎVÂN EDEBİYÂTININ GENEL ÖZELLİKLERİ
Türk Edebiyâtının bölümleri içinde en uzun süreli olanı Divan
Edebiyâtıdır. Bu edebiyat, 13. yüzyılda Hoca Dehhânî’yle başlar, 19.
yüzyılın sonlarında Şeyh Gâlip’le sona erer.
Dîvân Edebiyâtında çok büyük oranda şiir yazılmıştır. Bu yüzden Divan edebiyâtı şiir edebiyatıdır.
Dîvân şiirleri, gazel, kaside, mesnevi, rubâî, tuyuğ gibi nazım
şekilleriyle yazılmıştır. Ayrıca, dîvân şiirleri konularına göre de
adlandırılmıştır. Ölüm şiirlerine mersiye; yergi şiirlerine de hicviye
denilmiştir.
Dîvân Edebiyatı, yüksek kesim insanlarının edebiyâtıdır. Çünkü bu
süslü, sanatlı edebiyâtı, ancak medrese öğrenimi görmüş insanlar
anlayabilmiştir. Bu insanlar, saray veya çevresinde yaşamıştır.
Dîvân şiiri mazmuncudur. Mazmunculuk, belli kavramların belli şeylere
benzetilmesi demektir. Yani, Divan şiirinde bazı kavramların,
kalıplaşmış benzetmelerin dışına çıkılmadığı görülür. Sözgelimi,
sevgilinin boyu, serviye; beli noktaya; saçları sümbüle; kaşları yaya;
kirpikleri oka; dişi, inciye ağzı goncaya, gözü, ceylana benzetilir ..
Boyu mutlaka uzun, yüz rengi beyaz, saç rengi siyahtır. Sarışın, kısa
veya orta boylu sevgiliden asla bahsedilmez. “Bütün Divan şair/eri
sanki aynı güzele âşıktır.” diyenlere hak vermek gerekir.
“Dehânı mül saçı sünbül yanağı gül beni fülfül
Lebi gonca beli ince boyu serv-i revân olsa”
TAŞLICALI YAHYÂ
Dîvân şiiri abartılı (mübalağalı) dır. Çünkü, bir şeyi ,olduğundan çok
daha fazla gösterir. Fuzûlî, Mecnun’dan daha çok sevme gücüne sahip
olduğunu söyler. Nedim’e göre, sevgilisinin yüzündeki ben, bütün
İran’dan daha değerlidir. Necatî, sevgiliye saçlarıyla ateş bağlatır.
“Bende Mecnûndan füzûn âşıklık istidâdı var
Âşık-ı sâdık menem Mecnûnun ancak adı var”
FUZÛLÎ
Dîvân şiiri süslüdür. Benzetme (teşbih), abartma (mübâlağa), zıtlık (tezat) , çok anlamlılık
(tevriye) , güzel sebep bulma (hüsn-i ta’lil), istiâre, tenâsüb gibi
söz sanatlarını bilmeden, bulmadan ve yerli yerine kaymadan, Dîvân
şiirinin anlamına ve inceliğine inilmez.
Dîvân şiirinin dili Osmanlıcadır; ölçü, aruz’dur. Aruz, hecelerin uzun ve kısalığına, açıklığına ve kapalılığına göre sıralanır.
Dîvân Edebiyâtında düzyazı (nesir), yok denecek kadar azdır. Dîvân
nesri; süslü nesir, orta nesir, yalın nesir diye üç bölümde
değerlendirilir.
Süslü nesir : Tıpkı Dîvân şiiri gibi, sanat ve hüner göstermek için
yazılır. Dil çok ağır, cümleler çok uzundur. 17. yüzyıl yazarlarından
Veysî ve Nergisî bu nesrin en başarılı örneklerini vermişlerdir.
Orta nesir: Yer yer süslü nesre kaçmakla birlikte, bir konuyu anlatma,
öğretme amacı güder. EvIiyâ Çelebi’nin Seyahatname’si, Kâtib Çelebi’nin
eserleri böyledir.
Yalın nesir: Her kültürden insanın anlaması için yazılır. En başarılı
örneğini, Kâbusnâme adlı çeviri eseriyle Mercimek Ahmet vermiştir.
Divan Edebiyatı, altın çağını 16. yüzyılda yaşamıştır. Bâkî ve FuzûIî, 16. ve ondan sonraki yüzyılların en büyük şairleridir.
Fuzuli, lirikliğiyle; Baki söyleyiş ve şekil özelliğiyle Türk edebiyâtında ölümsüzlüğe ulaşmışlardır.
XIII.– XIV. ASIR DÎVÂN EDEBÎYÂTI
Bu yüzyıllar, Türk Edebiyatının en kısır dönemidir. Bunda Anadolu’ya
yapılan Moğol istilasının da payı büyüktür. Selçuklu Devleti yerine
kurulan Anadolu Beylikleri dönemi, iç karışıklıklar içinde geçmiştir.
Divan Edebiyatının pek de önemli olmayan ürünleri bu yüzyıllarda
verilmeye başlanmıştır. Bu ürünlerde; dil, teknik, üslup zayıftır. Bu
yüzyılın en önemli edebî gelişmesi, Tasavvuf düşüncesini şiirleriyle
ölümsüzleştiren Yunus Emre, Mevlana gibi ünlü şahsiyetlerin yetişmiş
olmasıdır.
XIII. ve xıV. yüzyıllar arasında Halk Edebiyatı geleneği, özellikle
kırsal alanda sürmektedir. Ancak, bu sürede Osmanlı Beyliği gelişmiş ve
Osmanlı Devleti kurulmuştur.
Osmanlı sarayı yönetimin olduğu kadar, sanat ve bilim etkinliklerinin de merkezidir.
Türkler, İslamlığın etkisiyle Arap ve Iran (Acem) Edebiyatını ve
sanatını yakından tanıdı. Arap ve Acem Edebiyatının, Türk sanatına ve
zevkine yansıması sonucu, Divan Edebiyatı doğdu.
Bu yüzyıllarda oluşan ve gelişen Divan Edebiyatı, saray ve çevresinde yaklaşık altı yüzyıl sürmüştür.
XIII - XIV. yüzyıllarda Divan Edebiyatı, bütün özellikleriyle
uygulanamamıştır. Bunun için XV. ve XVI. yüzyılları beklemek
gerekecektir.
XIII - XIV. yüzyıllarda Divan Edebiyatı daha pek yenidir. Şiirde hem
hece, hem aruz vezni kullanılmıştır. Tam bir aruz dili oluşmamıştır.
Arap şiir nazım ölçüsü olan aruzla yazılan şiirler oldukça kusurludur.
Konu bakımından tasavvuf birinci sırayı almıştır.
Tasavvuf, bir İslam felsefesidir. Buna göre; Allah tek ve ilk
güzelliktir. (Hüsn-i Mutlak) Tek ve ilk güzellik olan Allah,
güzelliğini karşısına alıp görmek istemiş ve evreni kendi özünden,
cevherinden, güzelliklerinden yaratmıştır. insan, ağaç, taş, kuş,
deniz, gökyüzü, çayır, çimen, çiçek, her şey Allah’ın güzelliğinin
evrendeki parçaları ve görüntüleridir. Düşünme ve konuşma yeteneğine
sahip tek yaratık olan insan, yaratıkların en önemlisi, değerlisi ve
üstünüdür.
Vücûd-ı Mutlak: Allah, mutlak varlıktır. Evrendeki tüm varlıkların sahibidir ve yaratıcısıdır.
İnsanlar iç ve dış arınmayı sağlayabilirse, esas varlıkta (Allah’da)
birleşebilirler. Buna varlıkların birliği (Vahdet-i vücûd) denir.
Vahdet-i vücûd görüşünün en büyük öncüleri : Yunus Emre, Mevlânâ, ve Gülşehrî’dir.
“Sofilere sohbet gerek
Âhîlere cennet gerek
Mecnûnlara Leylâ gerek
Bana seni gerek seni.”
YUNUS EMRE
Kadı Burhâneddin: 14. asırda yaşamış,Kadı olan babasından iyi bir
tahsil görmüştür. Çok duygulu bir şâirdir. Tuyuğ nazım şekliyle oldukça
başarılı eserler vermiştir. Gazel ve rubâî türlerinde ustadır. O da,
şiirlerinde, çağdaşları gibi hem hece hem de aruz veznini kullanmıştır.
“Ezelde Hakk ne yazmış ise bolur
Göz neni ki görecek ise görür
İki âlemde Hakk’a sığınmışuz
Tohtamış ne ola ya Ahsan Temûr”
KADI BURHÂNEDDİN
XV. ASIR DÎVÂN EDEBİYÂTI
XV. yüzyılda, Osmanlı Devleti, imparatorluk haline gelmiştir.
Sınırların genişlemesi, Türklerin üç kıtaya yayılması, kültür ve sanat
alanında da yeni ufuklar açmıştır.
Türkçe, yerini Osmanlıcaya bırakmıştır. Osmanlıca, medrese öğrenimi
yapan kesimin yanı sıra halkın ve pek tabii sanat ehlinin de dili
olmuştur. Uzun heceleri çok bol olan bu dil, Arap Edebiyatından alınan
aruz veznine çok uygun düşmüştür.
XV. yüzyılda şiir alanında: Ali Şir Nevâî, Necati, Süleyman Çelebi,
Ahmet Paşa, Şeyhi gibi ünlü şairler yetişmiştir. Özellikle gazel,
kaside ve mesnevi türünde başarılı örnekler verilmiştir.
Nesir alanında eser veren yazarların en önemlileri: Aşık Paşazade ve Sinan Paşa’dır.
“Bir kara tofrag kim yokdur gülü reyhâna ana
Ol karangu gice dik dur kim meh-i tâbânı yok
Ey Nevâî bar ana mundak ukûbetler ki bar
Hecrdin derdi vü likin vasıldın dermânı yok”
ALİ ŞİR NEVÂÎ.
Ali Şir Nevâî: 15. asır Çağatay şâirlerindendir. Şiirleri, duygu ve
hayal bakımından zengindir. Otuzu aşkın eseri vardır. Ferhad ü Şirin,
Leyla vü Mecnun adlı mesnevileri ve Muhâkemetü’l-Lugateyn ile Türkçe
dîvânı meşhurdur.
XVI. ASIR DÎVÂN EDEBİYÂTI
Bu asırda, en büyük gelişme Dîvân edebiyâtında görülür. Dîvân şiiri,
altın çağını yaşamaktadır. Bu asırda yaşamış olan Fuzûlî ve Bâkî yalnız
Türk edebiyâtında değil Arap ve İran edebiyatlarında da söz sâhibi
olmuşlardır. Bu asırda aruzda kusursuzluğa ulaşılmış, Osmanlı kültür
dili hâline gelmiştir.
Fuzûlî, ilâhî aşkla beşerî aşkı ustaca birleştirerek ölümsüz eserler
vermiştir. Çağa damgasını vurarak kendisinden sonraki şâirleri
etkilemiştir. Bâkî’de şiir, sanata dönüşür. Deyim, atasözü ve söz
sanatlarını ustaca kullanmıştır. Kanûnî Sultan Süleymân için yazdığı
mersiye klâsik şiirimizin en önemlilerindendir. Kendisine
“sultânü’ş-şu’arâ” (şâirler sultânı) denmesi bundandır.
Bâkî: Dîvân edebiyâtının en büyük şâirlerindendir. Pek çok dîvân şâiri
gibi tasavvufu şiirlerinde fazla yansıtmamıştır. Şiirlerini en ince
ayrıntıya kadar işlediğinden, Bâkî’ye şiirin kuyumcusu denilmiştir. Çok
sağlam bir dil ve üslûba sâhiptir. Tasvirleri çok canlı ve başarılıdır.
Âhenkli şiirleri Osmanlı ülkesi dışında da zevkle okunmuş ve şâirlerin
sultânı unvânını almıştır. Şiirleri Bâkî dîvânında toplanmıştır.
“Zühd ü salâha eylemeziz ilticâ hele
Tutdu egerçi âlem-i kevni fesâdımız
Minnet Hudâya devlet-i dünyâ fenâ bulur
Bâkî kalur sâhife-i âlemde adımız.”
BÂKÎ
Fuzûlî: Dîvân edebiyâtının üç büyük şâirinden biridir. Şiirlerini Azerî
lehçesiyle yazmış, devrinin her türlü bilgisini almıştır. Birbirinden
güzel gazel ve mesnevîler yazmıştır. Bu eserlerinde hep platonik aşkı
işlemiş; Leyla vü Mecnun mesnevîsinde beşerî aşkla başlayan, Leyla ve
Mecnun’un aşkı giderek ilâhî aşka bürünür ve eserin sonunda Mecnun:
“Ben gerçek Leyla’mı (Allah) buldum”,demiştir. Dîvân edebiyâtının en
lirik şâiridir. 16 eser vermiştir. En değerli eserleri, Leyla vü
Mecnun, Şikâyet-nâme, Beng ü Bâde, Hadikatü’s-süedâ’dır.
“Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem’i yanmaz mı”
***
“Değildim ben sana mâil sen etdin aklımı zâil
Beni ta’n eyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı”
FUZÛLÎ
XVII. - XVIII. ASIR DÎVÂN EDEBİYÂTI
Osmanlı Devletinin gerilemesine karşılık, Divan Edebiyatı hızlı
gelişmesini sürdürmüş, Nef’î gibi ünlü bir şair yetiştirmiştir. Kaside
ve hicviyeleriyle ünlü Nef’î, Divan şiirine bambaşka bir hava
getirmiştir. Şeyhülislam Yahyâ, Nâilî, Nâbî devrin ünlü şairleri
arasındadır.
Nesir alanında da önemli gelişmeler görülür: Nergisî ile Veysî süslü
nesir geleneğini sürdürürken; Evliya Çelebi, Peçevî, Nâimâ, Koçi Bey
halk tipi yazma geleneğine yönelmişlerdir.
Halk Edebiyatı belki de altın devrini bu yüzyılda yaşamıştır.
Karacaoğlan, Gevheri, Aşık Ömer gibi zirve sanatçılar, Divan
Edebiyatını da etkilemişler, geniş halk kitlelerine ulaşarak, Divan
Edebiyatının gölgesinde kalan Halk Edebiyatına yeniden can vermişlerdir.
XVIII. yüzyılda ise, Divan Edebiyatı son parlak dönemini yaşamıştır.
Osmanlı Devleti toprak kaybetmeye devam ederken; edebî faaliyetler
artarak sürmüştür. Türk tarihinde zevk, eğlence dönemi olarak bilinen
Lale Devri, bu asırdadır. Yüzyılın en ilginç gelişmesi, Halk Edebiyatı
ile Divan Edebiyatının yakınlaşmasıdır. Başta ünlü şair Nedim olmak
üzere bazı Divan şairleri hece ölçüsüyle şiir yazmayı denemişler,
koşma, türkü, semâî gibi nazım şekillerini Divan şiirine kazandırmak
istemişlerdir. Şarkı bu düşüncenin ürünüdür.
Matbaanın getirilmesi, yazı yoluyla halka ulaşma çabaları, dilde
sadeleşmeye neden olmuş, konu ve anlatımda yeni arayışlar içine
girilmiştir.
Bu yüzyılda Nedim ve Şeyh Galip gibi iki usta Divan şairi yetişmiş Halk
Edebiyatı; destansı konular, halk hikayeleri ve diğer ürünlerle
gelişmesini sürdürmüştür.
XVII. - XVIII. ASIR DÎVÂN EDEBİYÂTI
Osmanlı Devletinin gerilemesine karşılık, Divan Edebiyatı hızlı
gelişmesini sürdürmüş, Nef’î gibi ünlü bir şair yetiştirmiştir. Kaside
ve hicviyeleriyle ünlü Nef’î, Divan şiirine bambaşka bir hava
getirmiştir. Şeyhülislam Yahyâ, Nâilî, Nâbî devrin ünlü şairleri
arasındadır.
Nesir alanında da önemli gelişmeler görülür: Nergisî ile Veysî süslü
nesir geleneğini sürdürürken; Evliya Çelebi, Peçevî, Nâimâ, Koçi Bey
halk tipi yazma geleneğine yönelmişlerdir.
Halk Edebiyatı belki de altın devrini bu yüzyılda yaşamıştır.
Karacaoğlan, Gevheri, Aşık Ömer gibi zirve sanatçılar, Divan
Edebiyatını da etkilemişler, geniş halk kitlelerine ulaşarak, Divan
Edebiyatının gölgesinde kalan Halk Edebiyatına yeniden can vermişlerdir.
XVIII. yüzyılda ise, Divan Edebiyatı son parlak dönemini yaşamıştır.
Osmanlı Devleti toprak kaybetmeye devam ederken; edebî faaliyetler
artarak sürmüştür. Türk tarihinde zevk, eğlence dönemi olarak bilinen
Lale Devri, bu asırdadır. Yüzyılın en ilginç gelişmesi, Halk Edebiyatı
ile Divan Edebiyatının yakınlaşmasıdır. Başta ünlü şair Nedim olmak
üzere bazı Divan şairleri hece ölçüsüyle şiir yazmayı denemişler,
koşma, türkü, semâî gibi nazım şekillerini Divan şiirine kazandırmak
istemişlerdir. Şarkı bu düşüncenin ürünüdür.
Matbaanın getirilmesi, yazı yoluyla halka ulaşma çabaları, dilde
sadeleşmeye neden olmuş, konu ve anlatımda yeni arayışlar içine
girilmiştir.
Bu yüzyılda Nedim ve Şeyh Galip gibi iki usta Divan şairi yetişmiş Halk
Edebiyatı; destansı konular, halk hikayeleri ve diğer ürünlerle
gelişmesini sürdürmüştür.